Kasım 2025
İnsanlık tarihi boyunca barış ve huzurun en büyük düşmanlarından biri olan şiddet olgusu, günümüz dünyasında belki de hiçbir dönemde olmadığı kadar yoğun, karmaşık, ayrıntılı ve hatta medyatik biçimlerde kendini göstermektedir. Şiddet artık sadece fiziksel eylemlerle sınırlı kalmayıp psikolojik, sembolik, dijital gibi yeni biçim ve içeriklerle hayatımızın her alanına sirayet etmiş durumdadır. Siber zorbalık, iş yerinde mobbing ve sosyal medyada hızla yayılan linç kültürü gibi yeni şiddet türleri, ne yazık ki toplumsal ilişkileri tahrip etmekte ve hayatı çekilmez hâle getirebilmektedir. Bir diğer endişe verici gelişme ise değerler erozyonu ve manevi boşluğun etkisiyle şiddetin giderek normalleşmesi ve meşrulaştırılmasıdır. Oysa yüce dinimiz İslam, insan hayatının ve onurunun dokunulmazlığını temel ilke edinmiştir. Kur’an-ı Kerim; alay etmek, aşağılamak, kötü lakap takmak gibi ruha yönelik incitici fiilleri açık bir hak ihlali olarak nitelemiş ve şiddetin her türlüsünü kesin biçimde yasaklamıştır. Rabb’imiz; öfkelerini yenenleri, insanları affedenleri ve iyilik edenleri sevdiğini buyurarak (Âl-i İmran, 3/134) bize şiddet sarmalından çıkış yolunu göstermiştir. Kasım sayımızda şiddeti, salt bir güvenlik sorunu olarak değil eğitim, aile, toplumsal değerler ve ruh sağlığı perspektiflerinden bütüncül bir yaklaşımla ele almamız gerektiği inancıyla, “Şiddeti Anlamak: Psikolojik Dinamikler, Dinî Değerler ve Önleyici Stratejiler” başlığıyla derinlemesine inceledik. Prof. Dr. Ekmel Geçer, yazısında şiddetin yalnızca bireysel çabayla değil aynı zamanda toplumsal ve ailevi düzeyde sürdürülen çok yönlü, çok katmanlı stratejilerle önlenebileceğini vurguladı. Prof. Dr. Ejder Okumuş, “Yeni Biçimleriyle Şiddet” adlı yazısında, bugün şiddetin en azgın, en yakıcı, en vahşi, en barbar örneklerinden birine Gazze’de şahit olduğumuzun altını çizdi. Prof. Dr. Mustafa Uslu ise Uzmanına Sorduk köşemizde, çocukların şiddet eğiliminin temel sebeplerini, ebeveyn tutumlarının rolünü detaylıca açıkladı. Canan Zerenay Avan, “Görünmeyen Şiddet: Sözle Vurmak” başlıklı makalesinde, sözlü şiddetin insanın onurunu hedef alan bir hak ihlali olduğunu ifade etti. Prof. Dr. Musa Kazım Arıcan ile gerçekleştirdiğimiz söyleşide ise modern insanın yaşadığı anlam arayışı ve değer bunalımına karşı İslam felsefesinin sunduğu köklü ufku konuştuk. Dergimizi siz kıymetli okurlarımızın beğenisine sunarken geleceğimizi sevgi ve merhamet ışığıyla inşa eden tüm fedakâr öğretmenlerimizin Öğretmenler Günü’nü en içten dileklerimizle kutluyoruz. Dr. Lamia LEVENT ABUL
Ekim 2025
Yeryüzünde bazı coğrafyalar vardır ki dünya haritasında küçük gibi görünür ama orası acının, gözyaşının, sabrın ve direnişin adıyla anılır. Yalnızca dar bir coğrafya olmayan ve çağımızın en ağır insanlık dramının adıdır Gazze. On yıllardır süren işgal, abluka, sistematik şiddet ve zulüm; orada yaşayan insanları temel haklarından mahrum ederek insanlık onurunun en ağır imtihanlarıyla yüz yüze bırakmıştır. Her gün yıkılan evler, kesintiye uğrayan hayatlar, kuşatma altında büyüyen nesiller, gökyüzünü delen çığlıklar… Ve tüm bunların ortasında, çocukların masum gözleriyle dünyaya yöneltilen sarsıcı bir soru: “Neden?” Bütün bu tablo, uluslararası hukukun, vicdanın ve adaletin nerede durduğunu sorgulamamız için güçlü bir ayna işlevi görüyor. Gazze’yi yalnızca rakamlar, raporlar ve diplomatik tartışmalar üzerinden okumak eksik kalır. Çünkü hâlihazırda Gazze, insanlığın vicdanını ölçen bir terazidir. Zulmün her boyutunu yaşayan bu topraklar, bir yandan adaletin sessizliğini, diğer yandan direnişin sarsılmaz iradesini haykırmaktadır. Çocukların bombaların gölgesinde oyun kurma çabası, annelerin kayıplara rağmen hayatı sürdürme direnci, gençlerin yarınlara dair kurduğu hayaller… Burada yaşanan her acı, aslında insanlık ailesinin ortak acısıdır. Bu yüzden Gazze’nin kanayan yarası, sınırların çok ötesinde hepimizin yüreğine dokunur. Filistin halkı, onlarca yıldır süren işgale ve baskıya rağmen onurunu, inancını ve kimliğini korumaya devam ediyor. Dünya çoğu kez susarken onlar susmamayı, varlıklarını haykırmayı seçiyor. İşte bu yüzden Gazze, yalnızca zulmün değil aynı zamanda direnişin ve umudun da sembolü hâline gelmiştir. Bugün orada yaşananlar sadece bir bölgenin dramı olmaktan çıkmış; insanlığın ortak vicdanını ilgilendiren evrensel bir meseleye dönüşmüştür. Bu bize şu gerçeği hatırlatıyor: Bir yerde zulüm varsa ve biz onu görmezden geliyorsak o yaradan hepimize bir pay düşmektedir. Gazze bu payın adıdır; direnişiyle, acısıyla ve umuduyla. Diyanet Aile Dergisi olarak Gazze’nin sesini duyurmak, Filistin halkının haklı mücadelesine tanıklık etmek ve insanlığın ortak yarasına dokunabilmek için “Nehirden Denize Özgür Filistin” adlı dosyamızla karşınızdayız. Hazırladığımız dosyamıza Doç. Dr. Abdullah Altuncu “İnsanlığın Ortak Yarası: Gazze” adlı yazısıyla katkı sunarken Doç. Dr. Sema Çelem “Hayatın Ağır Döngüsünde Gazze’nin Çocukları” başlığıyla acımasız savaşın tam da ortasında çocuk kalmaya çalışan minik ruhları sayfalarına taşıdı. Uzmanına Sorduk köşemizde Kudüs Araştırmaları üzerine çalışmaları bulunan Dr. Abdullah Maruf Ömer ile Filistin meselesinin temel dinamiklerini çok yönlü bir şekilde ele almaya çalıştık. Söyleşi köşemizde ise oyuncu ve Türkiye Diyanet Vakfı (TDV) gönüllüsü Melikşah Özen’i ağırladık. Sizleri dergimizle baş başa bırakırken Camiler ve Din Görevlileri haftanızı tebrik ediyor, emekleriyle gönüllerimize ışık tutan tüm din görevlilerimize sağlık ve huzur diliyorum. Keyifli okumalar. Dr. Lamia LEVENT ABUL
Eylül 2025
İnsanın kendini gerçekleştirme yolculuğu, çoğu zaman hakikat ile görünüş arasında sıkışıp kalır. Hakikat, insanın kalbindeki niyeti ve özü temsil eder. Buna mukabil görünüş, başkalarının gözünde inşa edilen imajın adıdır. Bu ikisi arasındaki mesafe açıldığında ise ortaya bir gölge çıkar: riya. Riya, kişinin yaptığı ibadeti, hayrı veya güzel davranışı Allah rızası için değil de insanların beğenisi, takdiri için yapması anlamına gelir. Kur’an’da ve hadislerde küçük şirk olarak nitelendirilen riya amelin özünü zedeleyen, niyeti bozarak insanın kalbini Allah’tan başkasına yönelten bir tutumdur. Bu bakımdan değerlendirildiğinde yalnızca bireysel bir zayıflık değil aynı zamanda toplumsal bir çürüme biçimidir diyebiliriz. Samimiyetin sessizliğini bastıran yapay bir gürültü gibidir. İnsan, içindeki niyetin berraklığını korumak yerine dışarıya sunacağı etkiyi öncelediğinde öz ile görünüş arasındaki denge bozulur. İbadetin, yardımın, dostluğun veya en küçük bir davranışın değerini belirleyen şey aslında niyettir. Ancak riya, niyetin safiyetini perdeleyerek davranışı bir gösteriye dönüştürür. Böylece hakikat, gözler önünde sergilenen bir sahne dekorunun ardında kaybolur. Modern çağ, riya için âdeta elverişli bir zemin hazırlar. Gösterişi besleyen sosyal medya ortamları, görünürlüğü sürekli yücelten kültürün yanı sıra toplumsal beklentiler insanı hakiki olan yerine imaj üretmeye iter. Paylaşılan bir yardım fotoğrafı, gösterilen bir başarı öyküsü veya süslü sözler, çoğu zaman içtenlikten çok “başkalarının bakışı” için üretilir. Böylelikle görünüş, hakikatin önüne geçer; gölge, özün yerini alır. Çünkü gösteriş, kendini en çok başkalarının bakışına ihtiyaç duyduğunda var eder. Kişi, hakiki olanla bağı koparıp gözlerin önünde bir imaj üretmeye başladığında gerçeği ikinci plana iter. Bu durum yalnızca dinî pratiklerde değil, gündelik hayatın en sıradan alanlarında da kendini hissettirir: Dostluklarımızda, yardımlarımızda, başarılarımızda ve hatta sözlerimizde bile. İçimizdeki niyetle dışarıya sunduğumuz görünüm birbirinden uzaklaştıkça riya gölgesi büyür. Diyanet Aile Dergisi olarak işlediğimiz “Görünüşün Gölgesi: Riya” başlıklı dosyamıza Dr. Kübra Çiçekli “Kalbin Karanlığı: Riya”, Sema Bayar ise “Riyanın Yeni Yüzleri” adlı yazılarıyla katkıda bulundu. Gülşah Akçay Civriz, riya konusundaki merak ettiklerimizi Uzmanına Sorduk köşemizde yanıtladı. Bu dosyada, riya kavramının yalnızca bireysel bir ahlaki sorun olarak değil aynı zamanda çağımızın toplumsal yapısıyla da bağlantılı bir olgu olarak karşımıza çıktığını gördük. Hakikatin, ancak görünüşün gölgesinden sıyrıldığında yeniden değerini bulabileceğinin ve asıl meselenin, insanın kendi içinden yükselen sadeliği ve samimiyeti koruması olduğunun idrakine vardık. Bu ayki Söyleşi konuğumuz ise Prof. Dr. A. Ayhan Çitil Hoca’mız. Bu ay içerisinde kutlayacağımız “Mevlid-i Nebi” haftanızı tebrik ediyor, âlemlere rahmet olarak gönderilen Sevgili Peygamberimizin (s.a.s.) izinde bir hayat sürebilmeyi Cenab-ı Allah’tan niyaz ediyorum. Yeni eğitim-öğretim döneminin öğrenciler ve veliler için hayırlar getirmesini temenni ederken sizleri dergimizle baş başa bırakıyorum. Keyifli okumalar. Dr. Lamia LEVENT ABUL
Ağustos 2025
Türk-İslam kültüründe sofra, sadece bedenin değil ruhun da doyduğu, yüreklerin birleştiği mukaddes bir mekândır. Asırlardır bu topraklarda kurulan her sofra, yalnızca açlığı gidermenin ötesinde paylaşılan lokmalarla pekişen samimiyetin, nesiller arası aktarılan hikmetin ve en önemlisi bir araya gelmenin getirdiği manevi huzurun simgesi olmuştur. Bu derin ve mana yüklü buluşmalar, İslam’ın yardımlaşma ve dayanışma prensiplerini sofranın bereketiyle harmanlayarak toplumsal bağları görünmez iplerle daha da sıkılaştırmıştır. Acı ve tatlı günlerde bir araya gelen aileler, komşular ve dostlar ortak bir sofranın etrafında kenetlenerek dertleşmiş, sevinçleri ve kederleri paylaşmış, yaşanmışlıklarla dolu hikâyeleri ve kadim gelenekleri kuşaktan kuşağa aktarmanın en doğal yolunu bulmuştur. Sofranın birleştirici gücü, bireylerin kendi küçük dünyalarından sıyrılıp “biz” olma şuurunu hissettiği, aidiyet duygusunun en yoğun yaşandığı anları ifade eder. Bu bağlamda sofra, sadece bir yemek alanı olmayıp aynı zamanda toplumun kalbinin attığı, manevi değerlerin mayalandığı ve kültürel mirasın nefes aldığı canlı bir merkez olmuştur. Sofra, sadece geçmişten gelen bir yansıma değildir; geleceğe taşınacak değerlerin de temelini oluşturur. Modern hayatın getirdiği hız ve bireyselleşme eğilimleri karşısında, sofranın çevresinde kurulan bu eşsiz bağlar, kültürel kimliğimizin korunması ve kuşaklar arası iletişimin sürdürülmesi için hayati bir rol oynamaya devam etmektedir. Diyanet Aile Dergisi olarak bu ay penceremizi “Paylaşımın ve Bereketin Kalbi: Sofra”lara açtık. Esma Türkseven, “Modern yaşamın bireyselleştiren ve hızlı tüketime iten dayatmalarına rağmen sofralarımızı ‘Halil İbrahim sofrası’ misali birleştirici, bereketli ve şükür dolu kılmak kültürel kimliğimizi korumanın ve gelecek nesillere anlamlı bir miras bırakmanın anahtarıdır.” dedi ve kadim sofra kültürümüzü yaşatmanın gelecek nesillere bırakacağımız en değerli miras olacağının altını çizdi. Doç. Dr. Osman Güldemir, “Aile Sofrası ve Sofra Adabının Kültürel, Toplumsal Yansımaları” adlı yazısında “Aile sofralarına ehemmiyet vermek, en azından öğünlerde ekranlara değil yüzlere bakmak doz doz terapi vazifesi görüyor.” diyerek sofranın birlikteliği sağlayıcı yönüne dikkat çekti. Uzmanına Sorduk köşemizde ise Mahmut Bektaş özellikle dinimizin ve Sevgili Peygamberimiz’in örnekliğinde yemeğe ve sofra adabına ilişkin sorularımızı cevapladı. Bu ay Söyleşi konuğu olarak TDV İyilik Ödülü sahibi, Kayseri eşrafından kıymetli iş insanı Ahmet Seferoğlu’nu ağırladık. Siz değerli okurlarımızı dopdolu içeriğimizle baş başa bırakırken Zafer Bayramı’nızı kutluyor, aziz şehitlerimizi rahmetle gazilerimizi ise minnet ve şükranla yâd ediyorum. Keyifli okumalar. Dr. Lamia LEVENT ABUL
Temmuz 2025
İnsanlık tarihi boyunca bireylerin inandıkları değerleri tutkuyla savunmaları anlaşılabilir bir durumu ifade ederken bu tutkunun aklı ve vicdanı bastırarak kör bir itaate dönüşmesi, fanatizmin karanlık alanına kapı aralamıştır. Fanatizm; kişinin bir düşünceyi, inancı ya da ideolojiyi sorgusuz sualsiz, mutlak doğru kabul etmesi ve buna muhalif her şeyi yok saymasıdır. Bu hâl, sadece bireyin düşünsel donuklaşmasına değil aynı zamanda toplumsal yapının da ahlaki ve entelektüel yönden zayıflamasına neden olur. Aşırılık, günümüzde bireylerin ve toplumların karşı karşıya kaldığı sorunlardan biri olarak düşünce dünyasının en tehlikeli virüslerinden biri hâline gelmiştir. Fanatik tutumlar, bireyin hakikati arama çabasını köreltirken kendisine yabancı olanı düşmanlaştırma eğilimini güçlendirir. Bu durum, sadece bireyde bir kapanma hâli yaratmakla kalmaz; aynı zamanda toplumsal düzeyde empati, anlayış ve birlikte yaşama kültürünü de zedeler. İdeolojik ya da dinî bağlamda ortaya çıkan bu katılaşmış yaklaşımlar, zamanla şiddeti meşrulaştıran, eleştiriyi susturan ve farklılıkları tehdit olarak gören bir yapıya bürünür. Özellikle dijital mecralarda hızla çoğalan fanatik söylemler, bireyleri duygusal olarak esir almakta, çoğu zaman gerçeklik duygusunu bile aşındırmaktadır. Her sorunda olduğu gibi dinî, psikolojik, sosyolojik ve kültürel düzlemlerde yer alan boyutlarıyla fanatizm konusu da sadece teşhis etmekle bırakılmayıp bu sorundan çıkış yollarının üzerine düşünülmesini gerektiren bir olgu olarak karşımızda durmaktadır. Sağlıklı bir toplumsal yapının inşası için diyaloğun, eleştirel düşüncenin ve empatik bakışın yeniden değer kazanması gerektiğinin farkına varmalıyız. Çözüm, farklılıklarla çatışmak yerine onları anlamaya çalışmakla, mutlak doğrular dayatmak yerine ortak aklı ve değerleri merkeze almakla mümkün olacaktır. İnançların ve fikirlerin insanı kemale erdiren bir yolculuk olması gerektiğini hatırlayarak aşırılık ve fanatizmin dar ve kirli sokaklarında kaybolmak yerine, çoğulculuğun ve sağduyunun geniş ufkuna yönelmek hem bireysel gelişim hem de toplumsal barış adına elzemdir. Diyanet Aile Dergisi olarak bu sayımızda “Bir Çürüme Biçimi Olarak Fanatizm” başlığıyla karşınızdayız. Fanatizmin ve aşırılığın farklı boyutlarıyla ele alındığı sayımıza Prof. Dr. Halis Aydemir “Bir Çürüme Biçimi Olarak Fanatizm”, Prof. Dr. Asım Yapıcı ise “Dinsel Fanatizmin Bireysel ve Toplumsal Tezahürleri: Şuur Daralması ve Ötekileştirme” adlı yazılarıyla katkı sunarken Uzmanına Sorduk köşemizde Prof. Dr. Abdülkerim Bahadır’a, fanatizm ve dogmatik dindarlık özelinde “aşırılık” konusunda merak ettiklerimizi sorduk. Bu ay Söyleşi köşemizde ise İstanbul Üniversitesinden Dr. Memduh Cemil Şirin ile “Çocuk Hakları ve Çocuk Hukuku” üzerine konuştuk. Dopdolu içeriğimizle sizleri baş başa bırakırken 15 Temmuz Demokrasi ve Millî Birlik Günü’nüzü kutluyor, bu vesileyle aziz şehitlerimizi bir kez daha rahmet ve minnetle yâd ediyorum. Keyifli okumalar. Dr. Lamia LEVENT ABUL
Dergiler
11 dergi listelendi.
Kasım 2025
Ekim 2025
Eylül 2025
Ağustos 2025
Temmuz 2025
Haziran 2025
Mayıs 2025
Nisan 2025
Mart 2025
Şubat 2025
Ocak 2025