NESİLLER ÜSTÜ SEVİNÇ: BAYRAMLAR
Emin Gürdamur
Nesillerin Ruhu adlı eserinde Prof. Dr. Mehmet Kaplan, “Fertlerin nasıl birbirinden ayrı bir duyma, düşünme ve hareket etme tarzları varsa nesillerin de kendilerine has; önceki ve sonraki nesillerinkine benzemeyen bir duyma, düşünme ve hareket etme tarzları vardır.” der. Esasında kuşak farkı çevresinde cereyan eden sosyal gerilimler bugüne özgü değildir. Nesiller arası kopukluğun faturasını sadece gündelik hayatın hızına, dönüşümüne, alışkanlıkların ve ilgilerin sürekli güncellenmesine çıkarırsak tarih bizi hızlıca tekzip eder. M.Ö. 3500’lerden haber veren Sümer tabletlerinde, bir babanın oğluna nasihati esnasında “Gençlerin bozulduğuna” dair hükümler görürüz. Değişim sadece dış dünyanın dinamikleriyle izah edilemez. Her şeyden önce insan kendi içinde değişen ve dönüşen bir canlıdır. Sözgelişi, bir zamanlar yetişkinler tarafından herhangi bir sebeple itham edilen genç, hayatının ilerleyen safhasında bu kez kendi çocuklarını aynı sebeplerle itham edebilir.
Bütün bu değişim rüzgârının içinde yerini daima koruyan, her insanın kalbinde tahtını muhafaza eden kimi hatıralar vardır. Mesela bayramlar! Dünün çocukları büyüyüp bugünün yetişkinleri olur; evler değişir, şartlar değişir, insanlar, imkânlar değişir, dünya değişir ama eski günler, eski bayramlar özlemle anılmaya devam edilir. Her nesilde kendini tekrar eden bir özlem. Geçmişle aramızdaki bu hasret ilişkisinin bir de adı var: Nostalji. Sözlükler ona kısaca “geçmişseverlik” diyor. Peki, hemen herkes için farklı yaşanmışlıklar ihtiva ettiği hâlde nasıl benzer duygularla ortaya çıkıyor bu özlem? Dahası, her nesil bir ada olduğu hâlde bayramlar nasıl oluyor da saltanatını her neslin gönlünde kurabiliyor? Zaman sağanağından sıyrık almadan atlatabiliyor?
Her şeyden önce unutulmaması gerekir ki insan sosyal olduğu kadar duygusal bir varlık. Aklıyla ölçer, tartar ama pek çok kararı kalbiyle verir, adımlarını duygularının refakatinde atar. İnsan hayatı, muhtelif evrelerden oluşur. Bütün parçaları tespih taneleri gibi içten içe birbirine iliştiren bir ip vardır ki o ipin adı gönüldür. Onun varlığı geçmişle bugün arasına, koparılması imkânsız ilmekler atar. İnsan dünü özler, düne sığınır. İstediğinde dünü güzelleştirir, istediğinde düne kızar. Aradığı sevinci de aradığı hüznü de oradan devşirir. Bilinç, mevcut durumdan rahatsızlık duyduğu veya geleceğin belirsizliği karşısında sendelediğinde ister istemez geçmişe yelken açar. Çünkü geçmiş yaşanmıştır ve hafıza tarafından filtrelenip gerektiği durumlarda kullanılmak üzere istiflenmiştir. Orada durmakta, çocukluğun, ilk gençlik çağının iyileştirici ikliminde demlenmektedir. Ne zaman başımız sıkışsa, bulunduğumuz durumdan memnuniyetsizlik duysak yüzümüzü derhal geçmişe dönmemiz biraz da bundan.
Ramazan boyunca tutulan oruçların, aile ve akrabalarla bir araya gelinen neşeli iftarların, gece yarısı kalkılan mahmur sahurların, teravihlerin, hatimlerin sonunda gelen Ramazan Bayramı, duygusal hafızalarımızda manevi, dingin, eşsiz bir saltanat kurar. El öpmeler, hediyeler, harçlıklar, gezmeler, ikramlar bir çocuğun masum ruhunda ya da bir gencin fırtınalı kalbinde silinmesi imkânsız izler bırakır. Bayram artık takvimde herhangi tarih, hafızada herhangi bir gün olmaktan çıkar. Kolektif bir şifa, ulvi bir neşe kaynağı olur. En çok da hatıralarımızda demlenir ve durgun, dingin günlere her ihtiyaç duyduğumuzda kapısını çalacağımız bir huzur adası olur.
İnsan İnsanın Yurdudur
Hepimiz biliyoruz ki insanın özlediği, geri gelsin istediği, el değmemiş saflıktaki mazidir. Yoksa her nesil için bu serzenişin kendini tekrar etmesinin başka ne anlamı olabilir ki? Fakat günümüzde sosyal yapımızın bölünmeye maruz kalması, geniş ailenin modern hayata ayak uydururken kendini seyreltmesi, hanelerin kırsal bölgelerden kentlere doğru akarken form değiştirmesi gibi bir dizi realite, “Nerede o bayramlar?” hayıflanmasını klişe olmaktan çıkarıp bumbuz bir gerçeklik olarak önümüze koydu. Bunu da göz ardı edemeyiz. Bayramlar büyüklerin, gariplerin, yolcuların, kimsesizlerin gönüllerinin alındığı, toplumda yediden yetmişe her bireyin kaynaştığı, aynı manevi atmosferin terennüm edildiği bir zaman dilimidir. Çocuklar sevindirilir, ölüler dualarla yâd edilir. Halk arasında, “Bir dahaki bayrama ya nasip?” denilerek vurgulanan hassasiyet, bayramın hayatlarımızda nasıl bir milat olduğunu göstermesi bakımından önemlidir.
Bayramlar modern dünyada gittikçe seküler tutum ve davranışlarla maskelendi maalesef. Tatille özdeşleştirilerek aile bağları, toplumsal dayanışma, sılairahim, vefa göz ardı edildi, bireysel bir çerçeveye hapsedildi. Birbirimize küs değiliz ama küsmüş gibi yaşıyoruz. Buharlı makinenin keşfiyle dönmeye başlayan ağır sanayi çarkının bizi getirip bıraktığı yer, dijital bir dünyanın eşiği. Bu eşikte bizden kendi kendisine yetebilen bir tüketim nesnesine dönüşmemiz bekleniyor. Mutluluğu, eğlenceyi, rahatlamayı olabildiğince dar bir çevreyle paylaşmak bu dönemin gizli kuralı. Yetişkinlerle gençlerin arasında yükselen, tuğlaları tablet ve telefonlardan oluşan duvardan herkes rahatsız. Ama yetişkinler, kendi çevreleriyle aralarında ördüğü duvarların ne kadar farkında? Bunu pek düşünmüyoruz. Son yıllarda yaşadığımız, insanlığa ağır kayıplar verdiren Covid-19 virüs salgını gösterdi ki insan insana muhtaçtır. Gemisini kurtaranın kaptan olamadığını anladık. Yalnız başımıza, sırf kendi keyfimiz ve arzularımız doğrultusunda hayatlar yaşayamayacağımızı gördük. Bugüne kadar aynı sokağı, mahalleyi, şehri, ülkeyi ve dünyayı paylaştığımız ama hiç umursamadığımız insanlarla aramızdaki doğrusal ve yaşamsal denklemi öğrendik. Topyekûn insanlık olarak dünyayı diğer canlılarla dengeli, bilinçli bir şekilde paylaşmamız gerektiğine dair ağır bir ders aldık.
Gönül Yapma Mevsimi
Bayramlar gönül yapma mevsimleridir. Unutulmamalıdır ki modern hayatın en çok kırdığı, horladığı, kenara ittiği, görmezden geldiği gönüller olmuştur. Her şeyin matematiksel kaidelere bağlandığı, kâr zarar dengesinin yegâne belirleyici ölçü olarak öne çıktığı bir dünyada gönül, doğal olarak kendine yer bulamayacak, mahzun köşesine çekilecekti. Bayramlar, yalnızlık içindeki büyüklerimizin gönüllerini bayram yerine çevireceğimiz, kimsesizleri, yetimleri sevindireceğimiz, yoksulları hatırlayacağımız, gönüllerini alacağımız, öz saygılarını pekiştireceğimiz, dualarına talip olacağımız eşsiz fırsatlardır. Evladının yüzüne hasret anne babalar olduğu gibi anne babasının yüzüne hasret evlatların da olduğunu unutmamak gerekiyor.
Gönüller yapıldığında, insanlar mutlu edildiğinde, bayram sevinci halelenerek evimizden başka evlere, kalbimizden başka kalplere doğru yayıldıkça, Rabbimizin bize bahşettiği nimetlere bir nebze olsun şükrümüzü ifa etmiş olacağız.
Ülke olarak içinden geçtiğimiz çetin süreç, bizim sorumluluğumuzu da artırıyor. Olanın olmayana, yetenin yetmeyene yardım elini uzatması gerekiyor. Böylece tarihte eşine az rastlanır bu sarsıntıdan daha az yara alarak kurtulabiliriz. Yaşadığımız günler, elimizdeki bütün nimetlerin fani olduğunu bizlere bir daha hatırlatmış oldu. Özellikle böyle tarihî dönemlerde fakirler, yetimler, yaşlılar ve kimsesizler kaderine terk edilmemeli, kamu imkânlarıyla sağlanan önemli yardımlarla yetinilmemeli, bunların yanı sıra bireysel sorumluluk alanımızda el uzatabileceğimiz inisiyatifler almalıyız.
Bayramlar kardeşliğimizi hatırlamanın, küslükleri bir kenara bırakmanın, vakti Müslümanca bir tasnife tabi tutmanın, gönlü başköşeye oturtmanın, gönülden gönüle köprüler kurmanın zamanıdır. Eğer bayram büyükleri, garipleri, kimsesizleri, aç ve susuzları, çaresizleri sevindirmek ise bugün dünya üzerinde daha çok işimiz var demektir. Hatıralarımız, eski bayramlarımız, muhayyilemizin başköşesinde dursunlar. Onlar yani eski bayramlar, her zaman insanın içindedir ve hiçbir yere kaybolmayacaktır. Ama dünden daha çok insanın bizden merhamet, şefkat, yardım beklediği bir dünyada yaşadığımızı unutmamalıyız. Kadın, erkek, çocuk, genç, yaşlı demeden ruhlarımız yeniden o sofranın, bayram sevincinin etrafında kenetlendikçe zamanın eskitemeyeceği hatıralar, nesiller arası mesafelerin değersizleştiremeyeceği sığınaklar inşa etmeyi sürdürmüş olacağız. İnsanlık olarak içinden geçtiğimiz şu çetin günlerde bayram sevincine daha çok ihtiyacımız var. Gerçek bayramlar, yaraların derinleştiği zamanlarda anlamını kazanır. Bu da demek oluyor ki nerede o eski bayramlar sorusunun cevabı karşımızda duruyor: Burada o eski bayramlar!