OkLogo

KURBAN KESMENİN PSİKOLOJİK TEMELLERİ

Prof. Dr. Ali Murat Daryal

İslam’da kurban kesme vakıasını, tarihî menşeinden itibaren günümüze kadarki seyrinde herhâlde üç merhaleye ayırmak mümkündür.

1. Hz. İbrahim’in kendi öz evladı Hz. İsmail’i Allah’a kurban etme teşebbüsü.

2. Bu teşebbüsün yine bizzat Allah tarafından durdurularak Hz. İsmail’in yerine bir koçun gönderilmesi. Bu ikinci merhalede dikkat edilirse kurban eden aynı kalmış fakat kurban edilen değişmiştir ki bu da intikal devresidir.

3. Son merhalede, yani bizlerde ise bu iki teşebbüse nispetle hem kurban eden değişmiştir ve hem de kurban edilen.

Bilindiği gibi kurbanın tarihi İslamiyet’te Hz. İbrahim’in (a.s.) oğlu Hz. İsmail’i (a.s.) kurban etme teşebbüsü ile başlar. Ve sonra bu teşebbüs, bizzat Allah tarafından Hz. İsmail’in yerine bir koç kurban edilmesi şekline çevrilir. Daha sonra da bizlerde koyun kurban etme şeklinde devam eder.

Hz. İbrahim’in (a.s.) kurban olarak evladını seçmesi tesadüfi değildir. Bunu, yani bu seçişi sadece sevgi ile değerlendirmek de mümkün değildir. Çünkü insan pekâlâ ailesini de evladı kadar, belki de daha fazla sevebilir. Böyle olacağı hâlde, Hz. İbrahim’in (a.s.) kendi öz evladını seçmesinde daha başka hikmetlerin olacağı muhakkaktır.

Koyun; madde, yani para karşılığı alınıp kesilmekte ve eti de bir kısmı evde bırakılmak üzere fakir fukara, eşe dosta hediye edilmektedir. Kısacası koyun, para karşılığı alınmaktadır. Bu para, tabii helal para, insanın ömründen bir kısmını vererek elde ettiği maddedir. Yani, o madde onu kazananın ömründen bir kısmını kendi içinde ihtiva etmektedir. Kısacası, bu para durumuna göre onu kazananın hayatından muayyen bir zamanı ve bu zaman zarfında da onu kazanırken yorulup üzülmesini, yıpranıp terlemesini, yani sarf ettiği emeği kendinde taşımaktadır. Netice olarak şunu söyleyebiliriz ki bir kimsenin kurban kesmek için ayırdığı para, zaman ve enerji olarak o insanın ömründen bir parçasını teşkil etmektedir. Hâl böyle olunca bir insanın zaman ve emek (yani güç ve enerji) olarak kendi ömründen bir parçasını teşkil eden, yani onun geçen ömründen bir kısmı demek olan para ile koyun alarak kesmeye razı olması, zaman ve emek sarf etmek suretiyle kendinden birçok şeyler vererek, kendinden bir parça hâline gelen evladını kesmeye razı olması ve daha kısacası kendini kurban etmeye, feda etmeye razı olması manasına gelir.

Ve yine insanın kendi maddi varlığından bir kısmını vererek kazandığı para ile arasında maddi bağlantı olduğu gibi aynı zamanda ömrünün bir kısmı demek olan para ile manevi bir bağlantı, bir sevgi bağlantısı da mevcuttur. Çünkü o para o insanın ömrünün bir kısmını temsil etmektedir. Kısacası para, insanın evladı gibi hem maddi hem de manevi olmak üzere her iki tarafının da tamamlayıcısıdır ve onlar öldükten sonra da iyi veya kötü olarak tıpkı evlat gibi onların bir devamcısıdır.

İşte yukarıdan beri saymaya çalıştığımız gerekçeler iledir ki Hz. İbrahim’in, evladı Hz. İsmail’i kurban etme teşebbüsü, bizlerde kendi alnımızın teri ile helalinden kazandığımız para karşılığı aldığımız koyun kurban etme şeklinde devam edegelmektedir.

Bu meseleyi belki şöyle de ele alabiliriz: Gerek Hz. İbrahim’in, evladı Hz. İsmail’i kurban etme teşebbüsü ve gerekse bizlerin koyun kurban etme gayretlerimiz madde üstü olup manevi sahaya giren “sevgi”yi de kademelere, merhalelere ayırmaktadır. Ve bizlere ilahi aşkın, Allah sevgisinin, her türlü sevginin üstünde olduğunu ve bütün asil sevgilerin o ilahi sevgiden neşet edip çıktığını ve bu ilahi sevgiden hiç kimsenin hiçbir şekilde zarar ziyan görmek şurada kalsın, bilakis bu sevginin iyilik, şefkat getirip kuşatıcı olduğunu işaret etmektedir. Netice olarak Allah Teâlâ, Hz. İbrahim’in kıssasıyla, kendi sevgisinin insanlara saadet ve selamet getireceğini ve ancak kendi sevgisinin insanlığı düştüğü girdap ve felaketlerden kurtaracağını anlatmak istemektedir. Ve tabii bundan da yapıcı, kurtarıcı olmayan, bilakis yıkıcı, tahrip edici bir sevginin patalojik (marazi) bir durum arz edeceği kendiliğinden ortaya çıkar.

Hz. İbrahim’in evladı Hz. İsmail’i kurban etme teşebbüsünde hareket noktası, kemaliyle sahip olduğu ilahi sevgi idi. İşte bunun için evladını kurban etmeye lüzum hasıl olmadı ve bu aynı sevgi bir kurtarıcı olarak tecelli etti. Buna karşılık bizlerde ise layığı vechile sahip olamadığımız ilahi sevgiye nail olabilmek için para, mal, mülk gibi ikinci üçüncü dereceden birtakım sevgilerimizi bu ilahi sevgiye feda edebilmek gayretinden başka bir şey değildir. Bu da pekâlâ göstermektedir ki ikinci, üçüncü veya daha aşağı dereceden de olsa herhangi bir sevginin gayret, çalışmak ve fedakârlık sonucu en üst sevgi, ideal sevgi, yani ilahi sevgiye inkılap edip dönüşeceğini göstermektedir. Yoksa Allah Teâlâ kestiğimiz veya keseceğimiz kurbanların kanından da etinden de müstağnidir. Bu kestiğimiz kurbanların Allah Teâlâ’ya karşı beslediğimiz sevgi ve muhabbetin artmasına hizmet etmekten başka hiçbir değeri yoktur.

Bunlara ilaveten koyun hem bizzat kendi varlığıyla hem de alındığı karşılık itibarıyla maddedir; maddeyi temsil etmektedir. Başka bir ifade ile koyun:

1. Onu almak için para kazanmak gayesiyle sarf ettiğimiz “enerji, güç, kuvvet” itibarıyla maddedir.

2. Enerji karşılığında kazandığımız ve alırken de vermek mecburiyetinde olduğumuz “para” itibarıyla maddedir.

3. Ve nihayet sırf kendi varlığı itibarıyla maddedir. Hâl böyle olunca Kurban Bayramı’nın gelmesi ile Allah rızası için kurban kesmemiz maddeyi üç hâliyle; enerji, para, varlık olarak kendi nefsinde toplamış olan koyunu, yani maddeyi, Allah rızasına yani manaya tamamen feda etmemizden başka bir şey değildir.

Burada dikkat edilirse potansiyel hâlindeki enerjiyi harekete geçirip ona istikamet ve şekil veren Allah rızasıdır, Allah sevgisidir. Ve neticede yine bu madde birçok şekil değiştirdikten sonra, yine Allah rızası, Allah sevgisi uğruna feda edilmektedir.

Aslında bu hâl, yani maddenin manaya feda edilişi, zannedildiğinden çok daha fazla değer taşımaktadır. Zira İslam’dan önce müşrikler putları uğruna yaptıkları kurbanları putlarının dibinde keserlerdi. Böylece hem kurban edilen ve hem de uğrunda kurban edilen put onların elleriyle tutup gözleriyle gördükleri birer madde olarak karşılarında dururdu. Yani her ikisi de maddenin birer temsilcisi olarak bu insanların beş duyusuna hitap ederdi. Ve fakat bu insanlar, maddeyi kendi aralarında kademelere, sıralamalara ayırdıklarından madde olan kurbanın yine madde olan puta kurban edilişinde hiçbir fevkaladelik görmezler. Fakat buna karşılık madde olan kurbanın elle tutulmayan, gözle görülmeyen ve beş duyuyla algılanmayan madde üstü bir varlık uğruna kurban edilmesine de bir türlü akıl erdiremezler ve bunu bir türlü anlayamazlardı. İşte İslam’ın gelmesiyle bu maddeden kurtuluş bir anda gerçekleşmiş ve insanlar maddenin dar sınırlarını bir anda aşabilmişlerdir.

İslam’dan çok önce, daha binlerce yıl önce insanları maddenin dar sınırlarından ve belirli kalıplarından kurtarıp onları fikren ve ruhen yepyeni ufuklara yöneltmek için en büyük atılımı, insanı dehşete düşüren en büyük fedakârlığı, insanların bu hususa dikkatini çekmek için Hz. İbrahim (a.s.) ve onun saygıdeğer oğlu Hz. İsmail (a.s.) yapmıştır. Yapılan bu büyük fedakârlıktan sonradır ki insanlar zaman zaman düçar oldukları gafletler müstesna, madde üstünü maddeden çok daha fazla değerli bulmuşlar ve bu madde üstü meselelere yönelmişlerdir. Kısaca şöyle söyleyebiliriz: Yapılan bu fedakârlık insanları gözün dar zaviyesinden kurtarmış ve insanları daha büyük âlemler aramaya teşvik etmiştir. Bu da birçok yeni keşiflerin, yeni buluşların ve modern ilmin nüvesini teşkil etmiştir. Çünkü insanlar ancak bu sayede gözün dar zaviyesinden, aldatıcı faaliyetlerinden ve buna rağmen ağır basan tahakkümünden kurtulagelmişlerdir. Böylece gözün dar sınırlarını aşan ve daha büyük âlemlere yönelen insanlar, aradıkları ve aradıklarını ararken de farkında olmadıkları için aramadıkları birçok hakikati bulmuşlardır.

* Prof. Dr. Ali Murat Daryal’ın “Kurban Kesmenin Psikolojik Temelleri” isimli kitabından derlenmiştir.


Prof. Dr. Ali Murat Daryal