ALLAH’IN EMANETİ YETİMLER
Prof. Dr. Safi Arpaguş
İnsanın iradi fiillerini ahlak ölçülerine göre denetleyen en temel unsur vicdandır. Vicdan; kişinin yaptığı iyilikten mutluluk, işlediği kötülükten ise acı duymasını sağlayan ahlaki bir melekedir. İnsanın diğer varlıkların haklarını koruma güdüsü ve onlara karşı hissettiği şefkat, merhamet, insaf ve adalet gibi duygular bu melekeden neşet eder. Toplumun himayeye muhtaç gruplarına gösterilen ihtimam da vicdan kavramının anlam alanında yer alır. Bu bakımdan toplumların en kırılgan gruplarından biri olan yetimlere karşı ortaya konan muamele, bir milletin vicdani duyarlılığını ve medeniyet seviyesini göstermektedir.
Prof. Dr. Safi Arpaguş
İnsanların yetimlere karşı tutumu, merhametin ve iyiliğin en saf tezahürlerinden biri olduğundan gerçek iyilik ve merhamet, yetimlere yönelik davranışlarda ölçüsünü bulur. Bir yetime sahip çıkılması ve ona el uzatılması, sadece iyilik adına gerçekleştirilen bir davranışı değil bununla birlikte aşınan ve kaybolmaya yüz tutan insanlığın ortak değerlerini onarmayı da ifade eder. Bir yetimin derdine derman olup onun gözyaşını silmek, onu koruyup gözetmek, aslında merhamet ve iyilik zemininde bir milletin ruhunu diri tutmaktır.
Yetimler, Allah’ın müminlere emanetidir. Kur’an-ı Kerim, müminlere tüm yaratılmışlara karşı merhametli olmayı, insan onuruna yaraşır şekilde davranmayı emir ve tavsiye ederken özelde de toplumların boynu bükükleri olan yetimleri, Allah’ın birer emaneti olarak müminlerin vicdanına tevdi eder. Onların maddi ihtiyaçlarının giderilmesini, yedirilip içirilmesini, haklarının çiğnenmemesini, sahip oldukları malın muhafaza edilip korunmasını, onlara adil davranılmasını ve ikramda bulunulmasını ısrarla vurgular. Ayetlerde yetimlere dair dile getirilen hususlar, sadece belli bir kesime yönelik ikazlar ve tavsiyeler değil bilakis İslam toplumunun adalet, şefkat ve merhamet anlayışını inşa eden temel yapı taşlarıdır. 4 Aylık Dergi | Kasım 2025 BAŞYAZI Kur’an-ı Kerim, “O seni yetim bulup barındırmadı mı?” (Duha, 93/6.) ayetiyle müminlere, Allah’ın kutlu elçisinin bir yetim olduğunu hatırlatır. “O hâlde sakın yetimi ezme!” (Duha, 93/9.) ikazı ile de yetimlere karşı her türlü ihmalin, küçümseme ve haksız muamelenin ilahi iradeye aykırı bir davranış olduğunu bildirir. Yetime kötü davranmayı, onu küçük görmeyi ve onun kalbini kırmayı açık ve keskin bir şekilde yasaklamakla kalmaz, ona karşı nazik bir dili, koruyucu bir tutumu da emreder. Böyle davrananları hakkın ve erdemin yanında olanlar şeklinde tanımlar. (Beled, 90/11-18.) Kur’an-ı Kerim, iyi ve itaatkâr kulların özelliklerini zikrederken onların kendi ihtiyaçlarına rağmen yiyeceklerini seve seve yetime, yoksula ve esire yedirdiklerini ve bunu herhangi bir teşekkür ve karşılık beklemeksizin sırf Allah rızası için yaptıklarını dile getirir. (İnsan, 76/8-9.)
Dünyaya gözlerini bir yetim olarak açan, küçük yaşta annesinden mahrum kalan ve yetimlerin nasıl bir hâl üzere yaşadıklarını, onların yalnızlığını, korunmaya duydukları ihtiyacı iyi bilen Peygamber Efendimiz (s.a.s.), her ortamda yetimlerin haklarını savunmuş, onların her bakımdan desteklenerek hayat şartlarının düzeltilmesini istemiş ve ümmetine yetimlere sahip çıkmaları hususunda devamlı tavsiyelerde bulunmuştur. Yetimlerin yalnızca maddi olarak değil manevi bakımdan da korunmalarını tembihleyen Hz. Peygamber’in, bir yetimin başını okşamanın sevabına dair müjdesi, bu sembolik davranışın değerini göstermesi bakımından son derece anlamlıdır. Peygamber Efendimiz, “Ben ve yetimi gözeten kimse, cennette şu iki parmağım gibi yan yana olacağız.” (Buhari, Talak, 25.) buyurmak suretiyle müminler için bu konudaki uhrevi mükâfatı dile getirmiştir. Zira yetimi yalnızlık duygusundan kurtaran o küçük dokunuş, şefkat ve merhametin ifadesi olmakla birlikte onun kalbinde güven, aidiyet ve farkındalık inşa eden bir eylemdir.
Bu ilahi uyarılar ve nebevi tembihler, yetimlere karşı sergilenen davranışların yalnızca yardımlaşma yönüne değil meselenin aynı zamanda sosyal adalet ve hukuk boyutuna da işaret etmektedir. Bu sebeple medeniyetimizde yetimlik, ebeveynini kaybetmiş bir çocuk olmanın ötesinde bir anlam kazanmış; böylece yetimler, Allah’ın kullarına emanet ettiği birer can bilinerek onların himayesi sadece bireylerin değil devletin ve toplumun da ortak sorumluluğu olarak kabul edilmiştir. Medeniyetimizdeki vakıf kültürünün önemli bir kısmı, “Allah rızası için yetim ve öksüzü gözetmek” anlayışı üzerine kurulmuş; milletin vicdanını temsil eden yetimlere yönelik çalışmalar, bireysel sadaka çerçevesini aşıp kurumsal bir yapıya kavuşturulmuştur. İslam’ın iyilikte yardımlaşma ve dayanışma mefkûresi, yetimler üzerinden toplumun tamamına teşmil edilerek kimsesizlerin kimsesi olmak, onları koruyup kollamak ve himaye etmek, bir ahlak öğretisi olmanın yanında bir kimlik ilkesi hâline getirilmiştir. Yetimin, öksüzün, mazlumun ve mağdurun gözyaşını dindirmeyi bir yücelme vesilesi olarak gören Müslümanlar, onları sevindirmeyi, korumayı ve gözetmeyi yüce bir erdem olarak yüzyıllarca yaşatmıştır.
Ahlaki melekelerin merkezi sayılan kalbi (Buhari, İman, 39.) yumuşatan, onu taşlaşmaktan koruyan merhamet, şüphesiz Allah’ın Rahman isminin bir tecellisi olarak insanoğluna en güzel armağanıdır. İlahi emrin ve insanlık onurunun gereği yetimlere merhametle muamele etmek, onlara her alanda sahip çıkmak, özellikle bugün zulüm ve katliamların karanlığında küçük bedenleriyle büyük acılara direnen Gazze’nin yetimlerine kol kanat germek, bu ilahi armağanı büyüterek insanlığın en temel ortak değeri olan merhameti yaşatmak olacaktır.